Her adli yıl başlangıcı ve bu kapsamda yapılan törenler, adli faaliyet ve hizmetlerin değerlendirilmesi açısından bir fırsat iken, bu yılki törenler maalesef protokol krizlerinin gölgesinde oldukça siyasi ve hatta magazinsel bir niteliğe bürünmüştür. Adalet hizmeti veren kurumların, bu tartışmaların odağında olmasından üzüntülü ve kaygılıyız. Çünkü siyaset kurumu ve idari makamlar doğası gereği, daha kısa vadeli pratik ihtiyaçlar ve çözüm odaklı çalışır iken, yargısal faaliyet yürüten adalet kurumları ise bu kaygılardan uzak değerler ve esaslar üzerinden bir pratik sergilemek durumundadırlar. Bu nedenle hem yargı kurumlarına hem de diğer idari ve siyasi kurumlara erkler ayrılığı ilkesinde hassas olmaları konusunda ciddi görevler düşmektedir. Erkler ayrılığı gereği, siyaset kurumu yargıya müdahale edemez, yargı makamları da siyaset kurumuna angaje olamayacağı gibi karşıt bir tutum içinde de olamaz. Bu husus yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının da bir gereğidir.
Barolar da, Avukatlık Yasasından kaynaklanan görevleri ve yine doğaları gereği denetleyen, eleştiren ve önermede bulunan kurumlardır. Bu faaliyetler de hiçbir zaman ve asla siyasi saiklerle değil olsa olsa hukuk siyaseti ve temel hukuk normları kapsamında değerlendirmeler olarak kabul edilmelidir.
Bu bağlamda; geçtiğimiz adli döneme ilişkin kimi değerlendirmelerimizi kısaca sizlerle paylaşmak isterim;
Politik Gerekçelerle ve Günlük İhtiyaçlarla Yasal Düzenleme Çıkarmak Yapısal Sorunlara Sebebiyet Verir
Yasama organınca, kimi politik ve toplumsal nedenlerle çıkarılan yasalar, mevcut adli sistem içinde sorunlara yol açtığı gibi, ileride daha büyük yapısal sıkıntılara sebebiyet verecektir. Daha önceki yıllarda çeşitli vesilelerle belirttiğimiz üzere, Türkiye’de son yıllardaki zihinsel, idari ve yapısal değişime, hukuk sistemimiz ve yargısal pratiklerimiz ile maalesef ayak uyduramamaktayız. Bunun başlıca sebebi, Yargının hala hem siyaset kurumunca hem de siyaset dışı aktörlerce bir hesaplaşma alanı ve aracı olarak görülmesidir. Bu nedenle günübirlik ihtiyaçlar yerine, uzun vadede işlev görecek, toplumsal ihtiyaçları dikkate alan esaslı bir yargı reformunun gerekliliğini bir kez daha belirtmek gerekmektedir.
Yeni Bir Anayasa “Yeni Bir Türkiye” İçin Ön Koşuldur
Toplumun tüm kesimlerince yeni bir anayasanın ihtiyaç olduğu kabul edilmesine rağmen, maalesef bu konuda mecliste bir uzlaşı sağlanmamış ve bu acil ihtiyaç ötelenmiştir. İktidarıyla muhalefetiyle bütün bir siyaset kurumundan, çağın gereklerine uygun, çoğulcu ve sivil bir anayasa yapma taahhütlerini yerine getirmeleri bugün için toplumun en büyük beklentilerindendir.Yeni anayasa hem toplumsal barış, hem yargı reformu ve hem de idari reform için ön koşuldur.
Çözüm Sürecine ve Sığınmacılara Destek Ahlaki ve İnsani Bir Yükümlülüktür
Bugünün, aynı zamanda Dünya Barış Günü olması vesilesi ile belirtmek isterim ki, bölgemizde yaşanan vahşetin Batman’a kadar sirayet eden sonuçlarıyla günlük yaşamımızın bir parçası haline gelmiş olması da dikkate alındığında, toplumsal barış için devam eden çözüm sürecinin önemi bir kez daha anlaşılmıştır. Bu nedenle, barış çabalarında ısrarın ve sorunun nihai anlamda çözümünü kayıtsız şartsız desteklemenin ahlaki bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz.
Yanı başımızda devam eden vahşetten kaçarak bugün misafirimiz olan sığınmacılara sivil toplum ve resmi kurumlarca iyi niyetle yapılan desteğin artarak devam etmesi ve bu sivil insanlara asgari insani koşulların sağlanmasının da tüm etnik ve siyasal aidiyetlerimizin üzerinde insani bir yükümlülük olduğunu belirtmek isterim.
DGM ve Özel Yetkili Mahkemeler Eliyle Verilen Tüm Kararlarda Yeniden Yargılama Yoluna Gidilmelidir
İstisnai dönemlerde siyasi meselelerin çözümünde yargının taraf olarak konumlandırılmasının hem yargı hem de toplum üzerindeki travmatik sonuçları devam etmektedir. Özellikle Özel Yetkili Mahkemeler eliyle verilen kararlar neticesinde kişi hak ve hürriyetleri konusunda oluşan mağduriyetler, Anayasa Mahkemesince uzun yargılama ve tutukluluk sürelerinde ihlal olduğu yönünde verilen kararlarla kısmen ortadan kaldırılmış, hem toplumun hem de siyaset kurumun nefes almasını sağlanmıştır. Ancak, siyasi kaygılarla ve konjonktürel ihtiyaçlarla kurulan istisnai dönemlere ait yargı kurum ve usulleri ile tesis edilen kararlarla mahkûm olmuş özellikle çok sayıda siyasi hükümlünün varlığı bilinmektedir. Bu nedenle toplumsal hiçbir meşruiyeti kalmamış Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Mahkemeler eliyle verilen kararlarda en azından yeniden yargılama yoluyla mağduriyetlerin giderilmesinin yolu açacak bir formül bulunmalıdır.
Hasta Tutuklu ve Hükümlüler için Tahliye ve İnfaz Erteleme Yoluna Gidilmelidir
Uzun tutukluluk ve hükümlülük süreleri ve cezaevlerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz koşulları nedeniyle de durumları ağırlaşan hasta tutuklu ve hükümlülerin varlığı bugün için en önemli adli meselelerden biridir. Hasta tutuklu ve hükümlülerin uygun koşullarda tedavilerinin yapılabilmesi için tahliyelerinin ya da infaz ertelemesinin ağır bürokratik koşullara bağlanması ile adeta imkânsız hale gelmiştir. Tutuklu ve hükümlü de olsa bir kişinin sağlık ve tedavi hakkı temel haklardandır ve bu hakkın kullanımını engelleyen bürokratik süreçlerin bir an önce kaldırılması gerekmektedir.
Avukatların Yargı Sistemi İçindeki Yeri Gittikçe Zayıflamaktadır
Şüphesiz meslektaşlarımız, yargı sisteminin tüm sorunlarının aynı zamanda nesnesidir. Meslektaşlarımızın, her yıl çok sayıda özel üniversitenin, üniversitelerin finansman sorununu gidermek için kurduğu hukuk fakülteleri, Avukatlık Yasası ve diğer yasal düzenlemeler ile yeterli ve nitelikli bir mesleki formasyon vermenin güçlüğü nedenleriyle yargı sistemi içinde dezavantajlı olan pozisyonları daha da zayıflamaktadır. Savunma makamının zayıflaması ile sadece bir meslek grubumuz değil aynı zamanda hak arama hürriyeti ve savunma hakkının da zayıflamaktadır. Tıpkı yeni bir anayasa ve yargı reformuna ihtiyaç hissedildiği gibi yeni bir Avukatlık Yasasına da ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Sorunların çözümü için, Baroların ve Barolar Birliğinin talep ve önerileri de dikkate alınarak ve karar alma süreçlerinden uygulanmasına kadar katılımlarını sağlayacak bir düzenlemeyi kısa vadede yasalaştırmak gerekmektedir. Yasanın bir bütün olarak çıkarılmasının mümkün olmaması durumunda en azından Avukatlık sınavına ilişkin düzenlemenin belirttiğimiz usullerle bir an önce yasalaştırılması zorunluluk haline gelmiştir. Bu vesile ile güçlü savunma makamının güçlü ve adil bir yargı faaliyeti için zorunluluğunu tekrarlamak isterim.
Geçen dönemde de belirttiğimiz üzere, meslektaşlarımız zorunlu müdafilik hizmetinin ücretlendirilmesi Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin oldukça altında olması ile adeta angarya yasağına aykırı bir şekilde çalışmakta, söz konusu hizmetlerinde işin aciliyeti, mesleğin gereği ve vakarına yakışmayan bir uygulama ile ulaşımda mutat vasıtalara mahkûm edilmektedir. Yine kimi özel hukuk alanına giren davalarda davanın tarafının kamu olması gerekçesi ile vekâlet ücretlerinin maktu ücret ile sınırlandırılması bu alandaki temel ilkelere aykırılık teşkil etmektedir. Kamuda çalışan meslektaşlarımızın özlük ve ücret hakları maalesef emek, mesai ve idari pozisyonlarına denk düşmemektedir.
Konuşmamın sonunda belirtmeliyim ki, bireysel olarak avukatlar ve yine kurumsal yapımız olan barolar olarak, vatandaş-adliye, vatandaş-resmi kurum ilişkilerinde hukuki ve sosyal taleplerin hukuk ve idare diline tercüme ederken yapıcı, onarıcı tutumun mesleğimizin bir gereği olduğunun bilinciyle faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Batman özelinde adliye, sivil ve resmi tüm kurumlarla ilişkimizin görevimizin vakarına uygun bir şekilde yürütürken aynı şekilde karşılık bulması nedeniyle hepinize ayrıca teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Son kararname ile Batman’a atanan ve adli tatil olması nedeniyle bugün tanıştığımız ya da tanışacağımız hâkim ve savcılara ve stajlarını bitirerek aramaza katılan tüm meslektaşlarımıza görevlerinde başarılar dileyerek hoş geldiniz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.