BASINA VE KAMUOYUNA
03.12.2014
Toplum yaşamının neredeyse her alanında hâkim olan şiddet kültürü, kadının kamusal ve özel yaşamında maalesef daha belirgin ve can yakıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Kadın toplumsal şiddetin tüm sonuçlarının yanı sıra sadece cinsiyeti nedeniyle, fiziksel, cinsel veya psikolojik tehdit ve zorlamalara maruz kalmakta keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakılmaktadır.
Günlük hayata egemen bu şiddet kültürü ve dili, aynı egemen kültürün mağduru erkeklerce üstüne üstlük sokakta taciz, evlerde dayak işyerlerinde ekonomik sömürü olarak somutlaşmakta, kamusal hayatta inanç sembolleri üzerinden ya da cinsiyetinden dolayı kısıtlamalar ve yasaklamalarla karşımıza çıkmaktadır.
Kadına yönelik her türlü sosyal ve bireysel şiddet, “üstün hukuki yarar” kabul edilen erkeğin şan ve şerefi nedeniyle ve çoğu kez “ayıp”, “günah” gibi nitelemelerle hak aramaya ve adli süreçle konu edilmemekte ve “mahrem” perdesi ile örtülmektedir. Ancak tüm bu psikolojik barikatları aşarak adliyelere yansıyan ve haberlere konu olan olaylar bile yaşanan şiddetin boyutlarını ortaya koymaktadır.
Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi sözleşmesini ilk imzalayan ülke olmasına, bu sözleşme ile kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırarak kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağdurlarını korumak ve bu kişilere destek vermek için kapsamlı bir çerçeveyi, politikaları ve tedbirleri tasarlamayı taahhüt etmiş olmasına rağmen Türkiye’de hala, kadın cinayetleri, aile içi şiddet, ekonomik sömürü devam etmekte ve maalesef kadın, kimliği ve hakları ile siyasal tartışmalarda süje olarak görülmektedir.
Kadınları destekleyecek sosyal politikalara ve toplumsal duyarlılık oluşturacak çalışmalar yerine, sadece yasa çıkararak ve “aile” kurumunu ön plana çıkararak çözüm bulmanın günümüz dünyasında mümkün olmayacağı açıktır. Taraf olduğumuz uluslar arası sözleşmeler ile kurulması gereken tüm mekanizmaların kurulması, şiddetin önlenmesi için tedbirlerin alınması, yasanın uygulanmasının yerel yöneticilerin inisiyatifine bırakılmaması ve takibinde ısrarcı olunması gerekmektedir. Sorunun aynı zamanda kültürel yönü de dikkate alınarak toplumsal dönüşüm için çaba gösterilmeli ve bu alanda çaba gösteren sivil toplum hareketleri desteklenmelidir.
Son yıllarda %1400 artan ve sadece 2014 yılında 240 kadının erkek şiddeti sebebiyle öldürülmesinin en büyük sebebinin evrensel eşitlik anlayışının reddedilmesi ve toplumsal cinsiyetçi bakış açısıdır.
Türkiye’nin imzacısı ve taraf olduğu Anayasası’nın 90. Maddesi uyarınca da iç mevzuat hükmünde olan, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İstanbul Sözleşmesi, 1995 Pekin Deklarasyonu, Pekin +5, Pekin +10, Pekin +15 ve bunlara ilişkin tüm BM Kadının Statüsü Komisyonu (CSW) kararları evrensel ortak değerler haline gelmiştir. Bu sözleşme ve deklarasyonlar ışığında hazırlanan 6284 sayılı Kanun kadına yönelik şiddeti; “Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış” olarak tanımlamıştır.
Bütün bu ulusalüstü ve ulusal mevzuata rağmen yakın zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde yapılan konuşmada “kadınla erkeği eşit duruma getiremezsiniz, o fıtrata terstir…feministler anneliği reddediyor..” şeklindeki açıklamalarda bulunulmuş, evrensel eşitlik anlayışı reddedilmiş, konumunun gerektirdiği tarafsızlık ihlal edilmiştir. Yasal düzenlemelerle güvence altına alınan ve uygulamada sıklıkla ihlal edilen hakların korunması konusunda sorumluluk sahibi olanların toplumun farklı kesimlerini küçük düşürücü ve hedef haline getirici söylemlerden uzak durması aksine tüm farklılıkların güvence altında alan bir pratik sergilemeleri gerekmektedir.
Eşitliğin ataerkil sistemin siyaset malzemesi değil, demokratik ve evrensel bir hak olduğunu gerçeğinden hareketle kadınların yıllarca yürüttükleri mücadeleler sonucu elde ettikleri haklara halel getirecek ve sorunları besleyecek bu gibi söylem ve tutumu kabul etmediğimizi, kınadığımızı, bu sözlerden rahatsızlık duymuş tüm kesimlerden özür dilenmesi gerektiğini bu vesile ile belirtiyoruz.
Bu genel değerlendirmeler sonra, Batman Barosu Kadın Hakları Komisyonu tarafından Batman Asliye Mahkemesi ve Batman Aile Mahkemesine yapılan başvurular değerlendirilerek hazırlanan “Batman’da Kadına Yönelik Şiddetin Görünümü” başlıklı raporumuzu sizlerle paylaşmak isteriz. Söz konusu rapor Toplam 217 dosya üzerinden yapılan araştırma 2013 ve 2014 yılında yapılan başvuruları içermektedir. Bu veriler ışığında raporumuzda ulaşılan sonuçları aşağıda belirtilmiştir.
Şiddet çocukları de etkiliyor.
Şiddetin meydana geldiği evde çocukların da olduğu tespit edilmiştir. Bu çocukların toplam sayısı 362’yi bulmaktadır. Bu sayılara bakarak, evde kadına yönelik şiddetten kadınların yanı sıra neredeyse onların üç katı kadar bir çocuk nüfusunun da etkilendiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla şiddet sadece hedef alınan kişiyi değil, evin içindeki diğer aile fertlerini de etkilemektedir.
Şiddetin failleri, eşler, erkek çocuklar, erkek kardeşler.
İncelenen dosyalarda kadınların başta fiziksel şiddet olmak üzere psikolojik, ekonomik ve cinsel her türlü şiddete maruz kalmaktadır. Şiddetin faillerini, birinci sırada erkek eşler, ikinci sırada erkek çocuklar, üçüncü sırada erkek kardeşler oluşturmaktadır.
Adalete erişim konusunda ciddi sorunlar mevcut ;
İncelenen dosyalarda şiddete maruz kalan 203 kadının bizzat kendisinin başvuru yaptığı belirlenmiştir. Şiddete maruz kalan kadınların ilk başvuru yerlerinin karakol olması (%86 oranında), karakolların şiddete maruz kalan kadınların korunmasındaki önemin altını çizmektedir. Dosyaların %97’sinde avukat desteği bulunmamaktadır, bu gerek karakollarda gerekse savcılıklarda iki kurumun mağdurların adli yardım sistemine yönlendirilmedikleri anlamını da taşıyabilmektedir.
Başvuruların yarıya yakını acil koruma gerektirecek vakalar
İncelenen 217 dosyada 100 kadının sığınma evine yönlendirildiği (%46 oranında) tespit edilmiştir. Bu veri, başvuruların yarıya yakın kısmının acil koruma gerektirecek şekilde yaşamsal risk altında olduğunu göstermektedir.
Asliye mahkemeleri ve aile mahkemelerinde profesyonel tercüman kullanılmadığı, tercüme hizmetinin karakol aşamasında karakol bekçisi tarafından, savcılıkta da savcılık kâtibi tarafından verildiği tespit edilmiştir.
Koruyucu tedbirler oldukça yetersiz, Kadın değil aile korunuyor
Aile Mahkemesine 11 mağdurun koruyucu tedbir için başvuru yaptığı, diğer başvurucuların ise koruyucu tedbirler için başvuruda bulunmadığı saptanmıştır. Başvuruların neredeyse tamamına yakınında (%92), yalnızca “bir daha hakaret, tehdit etme” demekle yetinildiği görülmektedir. Kadının değil ailenin korunmasını temel alan zihniyetlerin bir sonucu olarak da değerlendirilebilecek bu tutum şiddetin devamının önemli nedenlerinden biri olarak değerlendirilmektedir.
Hukuksal mekanizmalara başvuranlar sosyal desteklerini yitiriyor
İncelenen başvurulardan; 205 başvuruda nafaka talebi bulunmamaktadır. Ayrıca 217 dosyanın yalnızca 10’unda mağdura sosyal destek sağlandığına ilişkin bilgi bulunmaktadır. Bu 10 dosyanın 4’ünde belediye tarafından destek sunulmuş, 6’sında ise Valilik tarafından destek sunulduğu tespit edilmiştir.
Yapılan bu araştırma, şiddetin içeriği, yaygınlığı, sürekliliği, alınan tedbirleri, mağdurun bilgilenme hakkı, desteklerden yararlanma durumunu ortaya koyma konusunda oldukça sorunlu bir fotoğrafı ortaya koymaktadır. Araştırma verileri şiddet mağduru kadın ve çocuklara ihtiyaçları olan tüm ekonomik, sosyal ve psikolojik destek hizmetlerinin verilmesi ve bunun için devletlerin söz konusu destek mekanizmalarını gerçekleştirmeleri yükümlülüğünün hala gereği gibi yerine getirilmediğini göstermektedir. Türkiye’nin ilk imzalayıcılarından biri olduğu, 1 Ağustos 2014 tarihinde onaylayan devletler bakımından uygulanma yükümlülüğü olan ve Avrupa alanında şiddetle doğrudan ilgili bir insan hakları sözleşmesi olan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin yerine getirilmesi beklenen amaçlarını yeniden hatırlatmak isteriz. Sözleşme;
a. kadınları her türlü şiddetten korumak ve kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak;
b. kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve, kadınların güçlendirilmesi yoluyla da dahil olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek;
c. kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddet mağdurlarını korumak ve bu kişilere destek vermek için kapsamlı bir çerçeveyi, politikaları ve tedbirleri tasarlamak;
d. kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmek;
e. kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddeti ortadan kaldırmak üzere bütünsel bir yaklaşımı benimsemeye yönelik etkili bir işbirliği yapmaları için örgütlere ve kolluk kuvvetlerine destek ve yardım sağlamak.
Kamuoyuna saygıyla sunuyoruz.