BASINA VE KAMUOYUNA
Tarih: 25.11.2022 | Okunma Sayısı: 364

 

 

CEZASIZLIK POLİTİKALARINI, KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ve CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNİ ORTADAN KALDIRACAĞIZ!

 

 

25 Kasım 1960‘ta Dominik Cumhuriyeti‘nde diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kız kardeş Patria, Minerva, Maria Mirabel’den bu güne kadına yönelik şiddetle mücadele devletlerin öncelikli sorumluluklarından birisi olarak tanımlanmaktadır.

Devletin, yasal tedbirlerle kadına yönelik her türlü şiddeti önlemek, var olan yasaların uygulanmasını sağlamak, kadınların yaşam hakkını idari tedbirlerle korumak, kadınlara yönelik şiddete karşı caydırıcı önlemler almak gibi pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesinden dolayı kadına yönelik şiddetin yoğunlaştığı, sistematikleştiği ve sıradanlaştırıldığı bir dönemdeyiz.

Türkiye, pozitif yükümlülüklerin tam tersi bir yaklaşımla, bir gece yarısı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmıştır. Bu kararnamenin iptali için açılan iptal davaları ise hukuka aykırı gerekçelerle reddedilmiştir. Biz kadınlar, hukuka aykırı bir kararnameyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını ve bu çıkma kararının hukuka aykırı bir şekilde yargı kararıyla onanmasını kabul etmiyor ve kadınların en büyük kazanımlarından olan İstanbul Sözleşmesinin bizim için hala yürürlükte olduğunu bir kez daha dile getiriyoruz.

İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı bir şekilde çıkılması Türkiye’nin kadına karşı şiddeti önlemek için alması gereken pozitif ve negatif yükümlülüklerini azaltmamaktadır.  Sözleşmeden çıkıldıktan sonraki süreçte şiddet vakalarının artış göstermesi alınan kararın yanlış olduğunu ve ulusal mevzuat ve şiddeti önleme mekanizmalarının yeterli olmadığını göstermiştir.

Kadına karşı şiddetin toplumsal cinsiyete ve eşitsiz güç ilişkilerine dayandığı açıktır.  Türkiye’de, 6284 sayılı kanun dâhil, kadına karşı işlenen suçları toplumsal cinsiyete bağlı tarif eden herhangi bir mevzuat mevcut değildir. Kadına yönelik şiddetin en büyük nedeni toplumsal cinsiyet eşitsizliği iken, yasal mevzuatta buna yer verilmemesi Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelenin yeteri kadar etkin olamamasına neden olmaktadır.

Batman’da da maalesef kadına yönelik şiddet her geçen gün artmaktadır. Kadına karşı şiddetin önlenmesi ve şiddet faillerine gerekli cezaların verilmesi noktalarında eksiklikler yaşandığı gibi şiddet mağduru kadınların barınma ve rehabilitasyon gibi temel gereksinimlerinin sağlanmasında da ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Sığınma evlerinin fiziki yapıları yetersiz kalmakta ve şiddet mağdurları sığınma evlerinde neredeyse bir mahpus hayatı yaşamaktadır. Oysa kadınlar o sığınma evlerinde cep telefonlarını kullanabilmeli, sığınaktan çıkıp kendilerine iş arayabilmelidirler. İstanbul Sözleşmesine göre bu evlerin asıl amacı, kadınların şiddet faili erkeklere muhtaç olmaktan kurtulmasını ve kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamaktır. Sığınma evleri ve ŞÖNİM'lerin İstanbul Sözleşmesi’nin tarif ettiği biçimde organize edilemediği, bu nedenlerle sığınma evinde bulunan kadınların sığınma evlerinden çıkıp şiddet gördüğü ortama geri dönmek zorunda kaldığı, bu haliyle devletin şiddet mağduru kadınların ikincil mağduriyetine neden olduğu ortadadır. Bu uygulamaları kabul etmediğimizi bir kez daha kamuoyuna duyuruyoruz.

İdari uygulamaların yanı sıra bazı yargı pratikleri de kadına yönelik şiddettin önlenmesi önünde birer set haline gelmektedir. Bunun en büyük kanıtı günden güne artan haksız tahrik indirimi ve iyi hal indirimleridir. Kadın cinayetleri davalarında ‘haksız tahrik’ indirimi ile TCK 62 kapsamında iyi hal indirimi gibi uygulamalara bir an önce son verilmesi gerekmektedir. Failler bu davalarda haksız tahrik indirimi almak adına toplumun onay vermeyeceğini bildikleri, herhangi bir dayanağı bulunmayan ve çoğu zaman kadının sadakatsiz olduğuna dair anlatımlar içeren savunmalar geliştirmekte ve çoğu davada bu savunmalarla haksız tahrik indirimleri almakta oldukları görülmektedir. Mahkemelerce verilen haksız tahrik indirimleri cezai tehdidi caydırıcı olmaktan çıkarıp teşvik edici hale getirmektedir. Son olarak tüm kamuoyuna mal olmuş Pınar Gültekin dosyasında Muğla 3. Ağır ceza mahkemesi tarafından yalan tanık beyanlarına itibar edilmiş, tarafsız tanık beyanlarına rağmen, sanık hakkında haksız tahrik indirimi uygulanarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 23 yıl hapis cezası verilmiştir. Aynı durum Ayşe Tuba Arslan, Gizem Canbulut, Sibel Köksal, Fatma Gökçe ve Hatice Kaçmaz dosyalarında da karşımıza çıkmış ve tüm sanıklar hakkında hukuki olmayan gerekçelerle haksız tahrik indirimleri ile iyi hal indirimleri uygulanmıştır. Erkeklerin kaşı, gözü, giyimi ile duruşmadaki sakin ve sözde pişman tavırları uyarınca uygulanan iyi hal indirimleri ile haksız tahrik indirimi bakımından kanunun kümülatif olarak saydığı şartlara bakmadan haksız tahrik indirimi uygulanması cezasızlık politikasının kurumsallaşmasına neden olmaktadır.

Aile birliğinin sağlanması adı altında kadınları ikinci plana iten, şiddet failiyle bir arada yaşamaya zorlayan uzlaştırma girişimleri kadına yönelik şiddeti ve ayrımcılığı artırmaktadır. Kadına yönelik şiddete uzlaştırmanın yasa kapsamından çıkartılması ve cezaların caydırıcı hale getirilmesi gerekmektedir

Kadına yönelik şiddettin artığı bu iklimde, bu alanda mücadele vermek de bir o kadar zor bir hale gelmiştir. İzmir Barosunun genel kurulunda Avukat Aryen Turan İran’da yaşamını yitiren Masha Amini’yi katledenleri kınayarak, kadınların haklı mücadelesini “JİN, JİYAN, AZADİ” sloganı ile selamlamış ve bunun akabinde hedef gösterilerek gözaltına alınmıştır. Yine Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı tamamıyla ifade özgürlüğü kapsamına kalan ifadelerinden dolayı gözaltına alınmış ve 27 Ekim tarihinde tutuklanmıştır. Oysaki Anayasanın 25, 26, 27 ve 28. Maddeleri ifade özgürlüğünü garanti altına almaktadır. Anayasanın 26. Maddesine göre; “HERKES DÜŞÜNCE VE KANAATLERİNİ SÖZ, YAZI, RESİM VEYA BAŞKA YOLLARLA TEK BAŞINA VEYA TOPLU OLARAK AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİNE SAHİPTİR.”

Kadın hakları alanında çalışan hukukçu ve aktivistlerin ceza tehdidiyle sindirilmeye çalışılması kabul edilemez. Keyfi uygulamalar bizleri kadın mücadelesinden alıkoymamakta aksine kazanımlarımızın korunma ve geliştirilmesi için mücadele azmimizi arttırmaktadır.

Toplumun her kesiminden kadınlar, aile içerisinde, iş yerlerinde ve sosyal yaşamlarında bulundukları tüm mekanlarda ekonomik, fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete uğrama riskiyle yaşamaktadırlar. İş yerlerinde ‘eşit işe, eşit ücret’ politikası uygulanmamakta, evli kadınlar işe alınmamakta, hamile kadınların iş akitleri haksız sebeplerle sona erdirilmekte ve kadınlar işçi çıkartmalarında öncelikle tercih edilmektedirler. Ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz kadınları iş hayatından uzaklaştırmış, aile içi şiddetin içerisine sürüklemiştir. Kadının ekonomik özgürlüğünün elinden alınması, toplumun her kesiminden kadınlara karşı şiddetin artmasına neden olmuştur.

Bu kapsamda yasama, yürütme ve yargı organları ile siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini ve baroları kadına yönelik toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılması için birlik olmaya ve ivedi olarak harekete geçmeye çağırıyoruz.

Bu anlamda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak üzere kampanyalar başlatılmalı ve okullarda öğretmen ve öğrencilere yönelik kapsamlı eğitimler verilmelidir. Kadınları ekonomik olarak güçlendirecek kalkınma projeleri hazırlanmalı ve gelir desteği gibi sosyal yardımlaşma girişimleri arttırılmalıdır. Yerel yönetimlerin, insan onuruna yaraşır fiziksel özelliklere sahip, yeterli sayıda kadın sığınma evleri açmak, bu evleri düzenli periyotlarla denetlemek ve bu evlerde kalan şiddete mağduru kadınların gizlilik ve güvenliklerini öncelemek gibi asli görevlerini yerine getirmesi gerekmektedir.

Kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması için 6284 sayılı yasa hükümleri eksiksiz ve etkin bir şekilde uygulanmalı, koruyucu ve önleyici tedbirlerin alınmasında ivedilik ve tedbirlerin uygulanmasında etkinlik kapasitesi artırılmalıdır. Kadın ölümlerinin önüne geçilmesi için, yaşam hakkına yönelik saldırı riski olan durumlarda etkin bir koruma hizmeti verilmesi ve bu konuya has, özel eğitim almış personellerden oluşan bir kolluk biriminin kurulması hayati öneme sahiptir.

Bugün bir kez daha kadına yönelik şiddeti önleme stratejileri konusunda devletin tüm kurumları ile uzun süreli ve kalıcı etkiler elde etmek üzere bütüncül kararlar almasını, birçok sektör, taraf ve paydaşın elini taşın altına koyması gerektiğini dile getiriyoruz. 

Batman Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü’nde,  her gün olduğu gibi, kadınların yasal, Anayasal ve Uluslararası sözleşmelerle elde ettiği kazanımları ihlal edecek ve ortadan kaldıracak düzenleme ve değişikliklerin karşısında olmaya devam edeceğimizi, yasaların eksiksiz olarak uygulanması konusunda tüm kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarını takip edeceğimizi, kadına karşı şiddetin ortadan kaldırılması için mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.

BATMAN BAROSU KADIN HAKLARI MERKEZİ

 

23.11.2024
AV. ABDULHAMİT ÇAKAN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.