BİR DUA GİBİ BARIŞ İSTİYORUZ
Tarih: 15.01.2013 | Okunma Sayısı: 9168

BİR DUA GİBİ BARIŞ İSTİYORUZ

 

Uzun yıllardan beri süregelen, Türkiye'nin demokrasi mücadelesinde verdiği emeğin yanı sıra; insan hakları ve hukuk alanında ismi her an anılan, binlerce aydın gibi bedeni kör mayınlara yenik düşen, iyilikseverliği ve güler yüzlülüğüyle her renk yürekte yerini hep koruyan, sevdiklerinin gönlünde kanayan yaralar yaratarak zaman geçtikçe daha da derinleştirir onun çöle ektiği sevgi tomurcukları&S230;

Aslında onu hiç görmedim ve tanıma şansım da olmadı. Ama tanıyanlar, onu anlattığında gözleri doluyor, adeta taşları ağlatırcasına&S230; O an ağlamaklı oluyor ve gözleri buğulaşıyor insanın. İte o an akıllara usta şair Ahmet Arif'in şu dizeleri geliyor:

 

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?

 

Evet, yaşadığımız toplumda bunca keder ve acılara son vermek için canından olan bir barış elçisinden bahsetmeye çalışıyoruz. Mayın patlaması sonucunda kaybettiğimiz insan hakları savunucusu Av. Sedat Özevn'i anlatmaya çalışıyoruz. O'nu anlatabilmek için hüzün dolu, bu haftaki söyleşimizi Sedat Özevin'in eşi Hülya Özevin ile gerçekleştirdik. Umarım, başta mayın olmak üzere diğer ateşli silahların savunucuları bu söyleşiyi okurken bir ders çıkarır.    

 

 

 

Hülya Özevin'i tanıyoruz, fakat size soralım istiyorum. Kendinizi tanıtır mısınız?  

 

Balıkesir Bandırma doğumluyum. 1991 yılında Batman'a öğretmen olarak atandım, halen görevimi sürdürüyorum. Özgürlüğe, adalete, demokrasiye ve barışa inanırım.

 

Batman'a gelir gelmez Av. Sedat Özevin ile tanıştınız ve evlendiniz? Bunu nasıl oldu, anlatır mısınız?

 

Ben Ankara Gazi üniversitesi mezunuyum. Tayinim  Batman'a çıktığında ortak arkadaşlar aracılığıyla Sedat ile tanıştım buraya geldiğim gün. Daha sonra bu arkadaşlığımız aşka dönüştü ve evlendik. Mehmet Uzun'un dizelerindeki gibi, hani der ya "Bana gözlerini yurt eyle mültecin olayım / kendine ait bir kimlik çıkar bana, biraz da sen olayım"   özeti bu.  Evlendikten sonra Rojen, Deniz Kendal ve Mustafa Dara (Musti)isimlerini verdiğimiz üç oğlumuz dünyaya geldi.

 

Eşiniz insan hakları savunucusu, Avukat ve ülkede uzun yıllardan beri yaşanan kirli savaş paralelinde döşenen mayın patlaması sonucunda yaşamını yitirdi. Bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?

 
 
 

Benim eşim 91 yılından itibaren 8 yıl boyunca İnsan Hakları Derneği (İHD)Batman şube başkanlığı yaptı. Bu süre içerisinde barış, demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü için hep mücadele etti. Hep eşitlik için çabaladı. Batman?da yaşanan her insan hakları ihlallerinde başvurulan ilk kişi oldu. Bütün bunları ismiyle özdeş kılan bir insan, yaşanan savaşın çok ta çatışmalı olmayan bir diliminde  yaşamını yitiriyor. Burada kirli, sinsi ve ucuz bir savaş aracı olan mayınlara dikkat çekmek gerekiyor. Mayınlar kimlik sormayan, barış ortamında da can alan, sakat bırakan  araçlar.  Mayın ve savaş artığı patlayıcıların kurbanı daha çok siviller. Bu olayda olduğu gibi kazma kürekle yangın söndürmeye giden  barış güvercinlerini de parçalayabiliyor. Maalesef TSK da devlet dışı silahlı aktörler de mayın kullanıyor. Bu kayıp sadece Özevin ailesinin değildir. Başta insan hakları savunucuları olmak üzere barışın kaybıdır. Sedat Özevin, Batman'da mağdur ve mazlumların sığındığı tek adresti o korkulu süreç için. Bu kayıplar da savaşın açtığı tahribat sonucudur. Bu bağlamda yıllardan beri süregelen ama bir türlü bir sonuca bağlanamayan savaşın artık daha fazla can almadan son bulmasını istiyoruz. Gerçi bu konuda ümitlerimiz bazen tükenme noktasına gelse de bir dua gibi barış  istiyoruz&S230;

 

 Eşinizi kaybettiğinizde elbette ki üzülmüşünüzdür. Belki bunu anlatmak çok zor olur. O an neler hissettiniz?

 

Çocuklarla Bandırma'da babamlardaydım. Adli tatilin başlamasıyla Sedat'la tatil yapmaya hazırlanıyorduk. Datça'ya gidecektik, Sedat Şerzan'ın duruşmasına hazırlanıyordu en son. Konuştuk, birbirimizi çok özlediğimizi  söyledik telefonda. Uçak biletini almıştı. Küçük Musti her sabah kalkıp takvimden yaprak koparıyordu babasının gelmesine 5 gün 4 gün sayıyordu. 31 Temmuz gecesi saat 3 civarı telefonum çaldı, Batman'dan  arıyorlardı. Hissettiğim şeyleri duymamak için telefonu açmadım, ısrarla aranınca telefonu tamamen kapatıp uzaklaştırdım. İnsan beyni böyle bir acıyı kabullenmiyor, inkar ediyorsunuz, yadsıyorsunuz.  Çok sevdiğiniz hasretle beklediğiniz insanın cenazesine yetişmenin acısı nasıl anlatılır bilmiyorum. Son bir vedalaşmadan, helalleşmeden toprağa vermek sevdiğini. Birlikte yaşlanmak istediğin insanı bir daha asla göremeyecek olmak, nasıl anlatılır ki. Ağlayamadım uzun süre, keşke ağlayabilsem diyordum. Herkes kardeşini babasını  evladını kaybetmiş gibi ağlıyordu ben ağlayamıyordum.  Donup, taşlaşmış acının üzerinden zaman geçmesi gerekti ağlamak için bile. Çocuklar teselli etti bizi, yaşama gücü verdiler. Yaşamak görevi kalmıştı bize bu acıyla. Aynı dünya değildi artık yaşadığımız  ama  birçok kadın ve çocuk gibi biz  de payımıza düşen acıları yüklendik.  Hayallerimi kaybettim, sevgimizle cennet bahçesine dönüşen topraklar kayıp gitti ayağımın altından bir patlamayla.  Psikiyatrist  arkadaşımızın söylediği gibi acı hiç geçmiyor, yara kabuk bağlamıyor, bu acıyla yaşamaya alışıyorsun ve her canlının ölümlü olduğunu kabulleniyorsun ki tevekkül dediğimiz şey budur herhalde. Çok özlerdim onu zaten şimdi umutsuz hasretin ne olduğunu da biliyorum gerçek anlamda, insanın burnunun direği sızlıyor. Ve hep şunu söyledim; kimse bu dayanılmaz acıyı yaşamasın, kim bilir kaç kadın yüreğini gömdü bu topraklara, kaç güzel yavru yetim kaldı da gözyaşlarını gizledi herkesten, artık yeter, artık herkes cümlelerini barıştan yana kursun. "Coğrafya kaderdir" demiş ya İbn Haldun, öyle gerçekten. Orta Asya bozkırından, bir kırımdan kıyamdan kaçmış benim anne tarafım, babamın dedeleri Osmanlı-Rus Harbi göçmenleri. Ben de kalkıp gelince bu kadim topraklara, bu kadere de ortak oldum. 

 

 

 

Siz Türk'sünüz, eşiniz Kürt'tü. Ancak ikiniz bir aile kurudunuz. Sizin bir araya gelmeniz barışın en güzel örneğidir belki. Ancak şu anda ülkede ırkçılığa çanak tutanlara neler söylemek istersiniz.

 

Irkçılık yapmak bana göre ahlaki olmayan bir yaklaşım biçimdir. Biz insan hakları evrensel değerlerine sahip çıkarak yaşamımızı sürdürüyoruz. Zaten eşim de bunu tamamen içselleştirmişti. Bizim için önce insan felsefesi geçerlidir.   Ne yazık ki insanın kanını donduran  ırkçı söylemlerle ve hatta eylemlerle sürekli karşılaşıyoruz. Devlet aklı, egemen Türk ulusu zihniyetiyle kurgulanmıştır zaten. Bu üstenci milliyetçilik genlerimize öyle bir nakşedilmiş ki sokaktaki adamın, iyi kalpli teyzeler, hacı amcalar alışılagelmiş kötülüğün sıradanlığıyla komşusunu, iş arkadaşını ötekileştiriyor; bir halka yapılan zulmü reva görüyor, anadil gibi insani taleplerini kendi haklarının gaspı gibi değerlendiriyor.  Masum filmlerine  ağlayıp harap olan teyzeler Kürt komşu istemiyor, Ermeni'nin zinhar adını duymak istemiyor.  Çocuklarımın isimleri veya benim Egeli ya da göçmen şivesiyle değil de Güneydoğu aksanıyla konuşmam bile memleketimdeki  insanların üstenci bakış açısını hemen ortaya çıkartıyor. Aşı, işi, eğitimi olmayan insanlarımız dünyaya bedel bir Türk olmanın üstünlüğüne sığınıyor. Batıdaki duygusal kopuşu bölünmüşlüğü her an hissedebiliyorsunuz. Türk insanı, Kürdü inşaat işçisi, mevsimlik işçi, lahmacun çiğköfte ustası, türkücü, halay başı yani ünlü deyişle mozaiğin bir parçası olarak "hoş görebiliyor" fakat Kürdün kendi kimliğiyle eşit haklara sahip bir vatandaş olarak ortaya çıkmasını asla kabullenemiyor. Bu sıradan faşizmin, egemen yapılar tarafından sürekli beslenerek yaygınlaşması beni çok ürkütüyor.

 

 

 

Sedat Özevin'i anlatır mısınız? Nasıl bir insandı? Yaşam felsefesi neydi?

 

Bu çok zor bir soru. Sedat?ı özetlemek ya da övgü sıfatlarıyla da olsa tanımlamak mümkün görünmüyor benim için.  Şöyle söyleyeyim İNSAN dı. İnsan olmak; aslında yüzyıllardır biriktirdiğimiz değerleri, onuru kapsayan bir tanım. Adam gibi adamdı. Çok alçakgönüllü, derviş ruhluydu. Çok konuşmayan, sessiz ama hiç sesin çıkmadığı 90'lı yıllarda, faili meçhuller döneminde işkence görenlerin, yoksul Kürt köylüsünün, can güvenliği olmayan, cenazesini alamayan babanın, cesur sesiydi. Yoksulların avukatıydı, savaş mağduru kadınların, yetim çocukların vekili ve hamisiydi. Hakları ihlal edilen herkes ona başvurabilirdi gece gündüz. İnsanda ilk uyandırdığı duygu güvendi sanırım. Batman?da Sedat varsa Batman?a güvenebilirdiniz. Kocaman, rahatça sırtını yaslayabileceğiniz bir dağ gibiydi. Mülke hiç önem vermezdi. Emektar Şahin arabasıyla  sesi duyulmayanların sesi, kimsesizlerin kimsesi olarak koşturup durdu yıllarca. Benim çok azını bildiğim ne çok yük taşımış, ne çok hayata omuz vermiş, bir şekilde elinin değdiği herkes anlatacaktır size. Yas zamanında anlattı birçok insan, Sedat'ın hayatını kurtardığını ya da davasını hiçbir karşılık beklemeden üstlendiğini, dar zamanında maddi olarak desteklediğini. "Bir elinin verdiğini öbür elin görmesin" anlayışında olduğu için kimse bir diğerine yaptığı iyiliği bilmezdi. Bunları iyilik olsun hayır olsun diye de yapmazdı, zaten öyle bir insandı. Akıllı, aynı ölçüde vicdanlı bir arkadaş,  çok güvenilir bir yoldaştı. Sevgisi ve sevinci bile mütevaziydi. Gözlerinin içiyle gülerdi, abi baba şefkatiyle insanı kucaklardı. İnsan hakları, demokrasi, toplumsal barış denince Batman'da akla gelen ilk isimdi yıllar boyunca. Sloganlardan gündelik siyasetten, konformist yaşamdan, kapitalist dünyanın hırsından, "poliüretan kültürün popüler saltanatından" uzak duran bir ahir zaman dervişiydi.  Bunları duysa çok kızardı mesela övgüden hoşlanmaz, utanırdı. "Sana ağlamak için göz büyümeli, nasıl anlatsam seni göz büyümeli"  diyeyim ana dili de olsa insanın kelimelerin kifayetsiz kaldığı kişiler var haksızlık etmek istemem.

 

Eşinizi kaybettikten sonra çocuklarınıza hem annelik hem de babalık yapıyorsunuz. Bunun zorluklarını anlatır mısınız?

 

Mağdurluk, zorluk olarak değil de olması gerekenlerden söz etmek isterim. Mayın kurbanları ve mağdurları ülkemizde tamamen kaderine terkedilmiş durumda. Makûs talihine razı olması bekleniyor insanlardan. Yaşadığınız travmayı atlatabilmeniz için hiçbir destek yok. Ben psikolojik danışman arkadaşlarımdan yardım aldım çocuklarım için. İlk yaptığım bu oldu.  Kendim psikiyatrik destek aldım bir süre. Bunları kendi çabanızla yapmanız gerekiyor, size sağlanan profesyonel bir yardım söz konusu değil. İnsanlar mutlak bir iyi niyetle çocuklara çok yanlış teselli veriyorlar, onların en az travmayla atlatabilmesi için arkadaşlarımla epey bir uğraş verdik. Dostlar sağ olsun  ne anlamlı bir cümleymiş böyle zamanlarda ortaya çıkıyor.  

 

Ekonomik olarak ta kayba uğruyorsunuz tabii ki&S230;. Mayın mağdurlarının ekonomik ve sosyal entegrasyonuyla ilgili hiçbir destek söz konusu değil. Resmi makamlar mayınla sakatlanan ve ölenlerin ismini cismini dahi bilmiyor. Ben çalışıyorum fakat diğer arkadaşların ailelerini geçindiren eşleriydi mesela. Ben zorluktan bahsetsem onlara haksızlık olur. Çalışma yaşamı da özellikle kadınlar için hiç kolay değil. Ne kadar yükünüz olursa olsun, sizden beklenen bir mesai performansı var. Kadının yükü ne kadar artarsa artsın pozitif ayrımcılık gözetmeyen, fırsat eşitliği tanımayan erkek egemen bir sistem var.

  

Mayınla ilgili bir mevzuat ta yok. Her ne kadar Türkiye  uluslararası sözleşmeyi imzalamış ta olsa hukuki olarak yapabileceğiniz bir şey yok. Açılan davalar yıllarca sürüyor, dava açıp unutuyorsunuz.  Birlikte çalıştığımız Mayınsız Türkiye Girişimindeki kolunu, bacağını, gözünü kaybetmiş arkadaşlar sivil oldukları için sağlık, ekonomi hiçbir haktan faydalanamıyorlar. Gazi ve şehit sınıfına girmiyorsanız mağduriyetiniz katlanıyor. Girişimin çabaları iğneyle kuyu kazmak şeklinde ilerliyor.

 

Babalık yapmak dediniz de ben sadece annelik yapabilirim çocuklarıma. Evet, onların geçimini sağlayıp, besler büyütür okuturum da ama babasız büyüyorlar, hiçbir şey bu boşluğu dolduramaz. Ne yapsam da, yapsak ta babalarının elinden tutup  güvenle babacım diyen çocukları gördüğünde Musti?nin  sessizce  boğazına düğümlenen yumrunun kefaretini ödeyemeyiz. Tek başına satranç oynuyor Pazar günleri mesela,  kitaptan öğreniyor açılışları, çatal hamleleri. Babaları satranç oynardı onlarla sürekli. Ben tutamam ki yerini, hiç kimse tutamaz.

 

 

 

Eşiniz Sedat Özevin şu anda yaşasaydı Batman?a ne gibi faydaları olurdu? Eşinizin vefatı ile Batman, insan hakları ve demokrasi mücadelesi neleri kaybetti?

 

Onların bu şekilde mayınla öldürülmesi başlı başına barış açısından büyük bir kayıp zaten. Sedat'ın Baro Başkanlığı döneminde de mayınla ilgili tuttuğu notları buldum evde sonradan. Çok dokundu bana "çoğu çocuk, en çok sivilleri öldürüyor, ucuz maliyeti 1dolar'' gibi notlar almış. Uzadıkça, sürdükçe kirlenen bu savaşın en ucuz 1 dolarlık aracıyla koskoca dört yaşamın sönmesi ve ailelerinin duygu düşünce dünyasında yarattığı tahribattan daha büyük bir darbe olabilir mi barışa. Yaşam hakkının korunmadığı, yaşamın bu kadar ucuz olduğu bir ortamda zaten hangi demokrasiden bahsedebiliriz. Sedat'ın İHD başkanı, Baro Başkanı ve üyesi, hukukçu olarak gerçekleştirdiği insan hakları ve demokrasi mücadelesi bir yana,  Sedat Özevin olarak yaşamıyla, duruşuyla bir vicdan ölçüsüydü bana göre. Şu an çok kutuplaşarak politize olmuş, insanları tek tipleştirmek ve buna göre kategorize edip ötekileri dışlamaya dayalı ortamda ''herkes farklı, herkes eşit'' şiarıyla hareket eden, Kürt ? Türk - Arap - Laz - Alevi, dindar, ateist ayrımı yapmadan hak gaspına uğrayan kişinin yanında yer alan   bir duruşun toplumsal barış için ne kadar önemli olduğunu onu kaybedince çok daha iyi anladım. Evrensel insan hakları ölçütlerine göre yaşam hakkı kutsaldır, Yaradan ''Öldürmeyeceksin'' emretmiştir bütün kutsal kitaplarda. Onların saçları kırlaşmadan ecelsiz ölümünü hiçbir kitaba sığdıramadım ben Roboski?deki 34 canı sığdıramadığım gibi, Hrant Dink'in acısında olduğu gibi. Bu ölümler, acılar üzerinden politik pozisyonlara göre konuşmak ayıptır, günahtır, zulümdür. Kan kandan üstün değildir, acı acıyla yarıştırılmaz. Sedatlar da, Roboski'de öldürülen çocuklar da, toplu mezarlarda kemikleri bulunanlar da bizim değerli evlatlarımızdır.  Mizginler, Şerzanlar ölmesin, ifade ve örgütlenmeden din ve vicdan özgürlüğüne  çevre haklarına kadar özgürlükler genişlesin ki dünya daha yaşanır bir yer olsun ki çocuklarıyla  daha mavi göklerde uçurtma uçurabilsindi Sedat'ın amacı. Avrupa'dan İstanbul'a Çanakkale'den Hakkari'ye  Bandırma'dan Batman'a yüzlerce kişi Sedat için yüreğinde taziyeler kurduysa, her kesimden insan ondan rahatsızlığını dile getirmişse büyük bir kayıptır demek ki insanlık için. '' Ama, siyaseten doğru olan'' diye başlayan cümleleri duymamayı isterdim.

 

İnsan hakları savunucusu Av. Sedat Özevin?in eşi olarak Türkiye?deki demokrasi ve insan hakları alanındaki sorunlarla ilgili neler söylemek istersiniz?

 

Başta yaşam hakkı olmak üzere hak ihlalleri Roboski'de olduğu gibi devam ediyor. İnsanların barışa, adalete olan inancı giderek yara alıyor. Demokratik açılım, yeni anayasa gibi söylemlerle umutlanıp (inanmayı şiddetle istediğimiz için umutlanıyoruz) yine 30 yıllık güvenlik konseptine, savaş, milliyetçilik, nefret söylemlerine, her alanda özgürlüklerin kısıtlanmasına maruz bırakılıyoruz. Her şey konuşuluyor gibi bir görüntü yaratılıyor, fakat düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önünde ciddi engeller var. Bir korku imparatorluğunun tek tip bireyleri olmaya zorlanıyoruz. 28 Şubat mazlumu olarak gelen hükümet eğitimcileri fişliyor, muhalifleri cezaevine gönderiyor, kamu reformu adı altında eğitim ve sağlık kapitalist   piyasaya terkediliyor. Emekçi kesimler her gün biraz daha yoksulluğa yol alıyor. Silikozis işçileri, gemi liman  işçileri evlerine ekmek götürmek uğruna ölümü göze alıyor. İş kazasında ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerle yarışıyor.  Sosyal devlet değil sadaka ulufe dağıtan devlet anlayışı yerleşiyor.  Anadil hakkı mesela lütuf ve ihsan buyurulursa teslim edilecek bir hak olarak elde tutuluyor.  Yoksul halkların iyi beslenemeyen iyi eğitim alamayan çocukları yıllardır ''düşük yoğunluklu bir çatışmada'' ölüp duruyor. Anneler şehit olan veya ''ölü ele geçirilen'' çocuklarına ağıtlar yakıp duruyor her dilden.  Kenan Paşa  ''benim yaptığım Anayasayla beni yargılayamazsınız'' diyor, ''sağdan da soldan da astık eşit davrandık'' dediği fütursuzlukla. Öte yandan Pınar Selek  tam da karşı olduğu bir şiddet eyleminden yargılanabiliyor. Berfo Ana ölüm döşeğinde oğlunun mezarını sayıklıyor.  Cennet vatanımızın cennet köşeleri günübirlik hesaplarla HES'lere kurban ediliyor. Hasankeyf  ilkçağlardan bu yana bütün dönemleri yanına alıp suya gömülmeye hazırlanıyor. Batman'da ve bölgede halkın seçtiği yüzlerce belediye başkanı ve siyasetçi en az üç yıldır yargılanmayı bekliyor. Muhaliflerin siyaset yapma kanalları tıkanıyor, şiddet sarmalı genişliyor, toplumsal barıştan her gün biraz daha uzaklaştıran söylemler hakim oluyor.  Benim gördüğüm bunlar, açıklanan ekonomik büyüme rakamlarının, kentsel dönüşümün, özgürlükler ülkesinin tezahürünü göremiyorum. Belki güzel şeyler de oluyordur, Harran'daki Emine Harward'daki Emily'den daha şanslıdır reklamdaki gibi.  

 

Bütün bu tabloya karşılık olarak, biz mağdurluğumuzu dile getirip acı yarıştırmaktan öte başımızı dik tutup haklarımızı talep etmekten hiç vazgeçmemeliyiz diye düşünüyorum. Demirel '' Biz Kürtlere kötü davrandık ta sanki Türklere iyi mi davrandık'' demişti bir vakitler. Bu ülkenin halkları çok acı çekti. Artık yeter, müzakereler başlasın barış için adımlar atılsın. İnsanların düşünebilme ve ifade etme hakları kısıtlanmasın. Artık ne düşüneceğimizi, ne giyeceğimizi, ne zaman başörtüsü takacağımızı, hatta hangi diziyi izleyeceğimizi deklare eden yöneticilerimiz var. Çocuklarımızı parasız, bilimsel akademik eğitim yerine, dindar nesil yetiştirme kısırlığına mahkûm eden bir zihniyet var.  Bizi okula gönderirken ''Allah zihin açıklığı versin'' derdi annem her gün. Bu duaya amin derim, olması gereken bu değil mi? Zihnimizi ve vicdanımızı köreltmezsek niye Ciwan ile Mehmet düşman olsun ki.

 

13.11.2024
AV. ABDULHAMİT ÇAKAN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.