Basına ve Kamuoyuna
HAKLAR DA HAK SAVUNUCULUĞU DA CİDDİ TEHDİT ALTINDA
İnsanın insan olmasından kaynaklanan dokunulmaz, devredilemez haklar tarih boyunca sınırlanmış ya da yok edilmiştir. Büyük acılar neticesinde büyük bedeller ödenerek uluslar arası sözleşmelerle güvence altına alınmış bu haklar özellikle siyasal ya da ekonomik krizlerde pervasızca sınırlanmakta, ayaklar altına alınmaktadır.
Ortadoğu’da yaşanan savaş ve çatışmalar nedeniyle, en temel insan hakları ağır bir şekilde ihlal edilmiş, yüz binlerle ifade edilen sivil ölümünün yanı sıra milyonlarca kişi yerinden olmuş, sığınmacı ve mülteci pozisyonuna düşmüştür. Özellikle kadın ve çocuklar gibi dezavantajlı gruplar için çok daha ağır ve yakıcı sorunlar ortaya çıkmıştır. Modern tarihin yaşanan en büyük mülteci sorunu, göç yollarında meydana gelen çocuk ölümleri uluslar arası siyasi hesaplar arasında kaybolmakta, uluslar arası kurumlar ve devletler büyük bir kayıtsızlık ve acizlik içinde bu dramı izlemektedir.
Türkiye’de de temel insan hakları konusunda olumlu gelişmeler, Kürt meselesinin çözümü çabalarının askıya alınması, yanı başımızda süren savaşlar ve ülke içinde meydana gelen çatışmalar ile zedelenmiş ve ihlaller ciddi şekilde artış göstermiştir.
Başta yaşam hakkı gibi en temel haklar olmak üzere, neredeyse bütün hak kategorilerinde ağır ihlaller yaşanmaktadır. Sivil yaşam alanlarında meydana gelen çatışmalar, hendek ve barikatlar, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği yerlerde duvara yazılan ayırımcı ırkçı yazılarda ifadesini bulan güvenlikçi yaklaşımlar, sivil ölümleri ve temel ihtiyaçlara ulaşmayı engelleyen adeta bütün bir toplumu cezalandırma aracına dönüşen uzun sokağa çıkma yasakları, iç göçe sebebiyet vermektedir. Bütün bu ihlallerin yanı sıra cenazelere yapılan kötü muamele, mezarlıkların tahrip edilmesi ve kültürel mirasın yakılmasına kadar insanlar bütün değerleri ile ağır bir tehdit altındadır.
İnsana ve insanlık değerlerine yönelen onca saldırı ve yaşanan ağır ihlallere rağmen sorumluların bulunmaması, ihlallere sebebiyet veren kişilerin adeta yargıdan bağışık olması ve cezasızlık zırhı ile korunması, geçmişle yüzleşme konusunda toplumda var olan küçük umut kırıntılarını da yok etmiş ve hukuksuz uygulamaların artmasının zeminini oluşturmuştur.
Bu anlamda yakın zamanda kitlesel ölümlere sebebiyet veren 6-7 Ekim olayları, Suruç ve Ankara katliamları konusundaki edilgen ve sorumsuz tutum ile insan hakları, son olarak da Diyarbakır Barosu Başkanı merhum Av. Tahir Elçi’nin önce ifade hürriyetine yönelik linç girişimleri, yargının soruşturma açarak bu linç girişimlerine ortak olması, ardından da insan haklarına dikkat çektiği sırada katledilmesi ile hak savunuculuğu ciddi şekilde tehdit altına alınmıştır.
İnsan haklarını koruma ve kollama yükümlülüğü hem kurumsal doğasından hem de yasadan kaynaklanan Batman Barosu olarak;
Sivil hayatı derinden etkileyen bu ihlallerin son bulması için tarafların yeniden çatışmasızlık ortamına dönmesi, çözüm konusunda oluşan ve kamuoyuna duyurulan mutabakata sadık kalınması gerektiğini, Kürt meselesinin çözümünün aynı zamanda bireylerin ve Kürt halkının bir bütün olarak haklarının temini ve korunması olduğu gerçeğinden hareketle, hiçbir mazeret ve gerekçeye sığınmadan devletin bu konudaki objektif sorumluluğunu hatırlatmak isteriz. Bu nedenle sorunun şiddet dışı yöntemlerle çözümü için gerekli fiili zeminin tekrar oluşturulması ve hakların hukuksal güvenceye alınmasının sadece Kürtler için değil aynı zamanda Türkiye’nin geleceği açısından da hayati derecede önemli olduğunu vurgulamak isteriz.
İnsan Hakları Haftası vesilesi ile bir kez daha belirtmek isteriz ki, insan haklarının her ne şart altında olursa olsun korunması gerektiği gerçeğinden hareketle, hak savunuculuğundan ödün vermeden çalışmalarımıza devam edeceğiz. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Batman Barosu Başkanlığı