Dominik Cumhuriyeti Trujillo diktatörlüğünün, muhalif Mirabel Kardeşler’in kendileri için büyük bir tehlike olduğunu açıklamasının ardından, 25 Kasım 1960 yılında, Dominik Cumhuriyeti'nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulunmasının ardından Birleşmiş Milletlerin 1999’daki Genel Kurulu’nda alınan karar ile her yıl Mirabel kardeşlerin tecavüz edildikten sonra katledikleri gün olan 25 Kasım "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak anılmaktadır.
Kadına yönelik şiddet insan hakları ihlalidir. BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinde ve Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesinde kadına yönelik şiddet “kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma” olarak tanımlanmaktadır. İstanbul Sözleşmesinin önsözünde, “kadınlara yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin dışa vurumu olduğu, kadınlara karşı ayrımcılık yapılmasına yol açtığı ve kadınların ilerlemelerinin önünde engel olduğu, bu nedenle şiddeti önlemenin bir devlet politikası olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Yerel ve ulusal medyaya yansıyan haberlere göre 2015 yılı Ekim ayına kadar ERKEKLER, 236 KADINI, boşanmak istediği için veya evlenmek istemediği için öldürmüştür.
Savaş ve çatışmalarda kadının dezavantajlı konumunun daha da ağırlaştığı bilinmektedir. Suriye’de 2011 yılından beri devam eden iç savaş ve Şengal’in İŞİD tarafından işgal edilmesiyle kadınlar sistematik tecavüze maruz kalmış, alınıp satılan bir köleye dönüştürülerek kirli savaşın bir nesnesi haline getirilmiştir.
Kürt coğrafyasında ise son 4 aydır devam eden çatışmalı süreç ve ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte kadınlar çatışmalarla iç içe yaşamak zorunda kalmıştır. Varto’da cenazesine bile işkence uygulanan, Nusaybin’de 13 gündür devam eden sokağa çıkma yasağı nedeniyle silahlı ve bombalı çatışmaların arasında kalan kalıp düşük yapan kadınlar şiddetin başka bir yüzüyle karşılaşmaktadır; doğrudan devlet şiddeti. Bu durum devletin gerek BM Kadına Karşı Her Türden Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne ve gerekse de Anasaya’ya uygun hareket etme yükümlülüğünü ihlal ettiğini göstermektedir.
Devlet kendisine yüklenen sorumlulukların aksine politikalar yürütmekte ve kadını geleneksel rolü ile hayatta konumlandırıp kadının ayrı bir kimlik olmasını gözetmeden sadece aile içinde tarif etmektedir. 6284 Sayılı Kanun’un “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”daki “Ailenin Korunması” vurgusu da bunu göstermektedir.
Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın sona erdirilmesi için;
-Kadın örgütlerinin kadına yönelik şiddet davalarına müdahil olabilmeleri yasal güvenceye bağlanmalıdır.
-Kadına yönelik şiddet olaylarında arabuluculuk ve uzlaştırma yoluna gidilemeyeceği yasal güvenceye bağlanmalıdır.
-Kadına yönelik şiddet davalarında cezasın paraya çevrilmesi veya ertelenmesinin önüne geçecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
-Kadına yönelik şiddet davalarında hangi durumların haksız fiil oluşturmayacağının düzenlenerek her davada haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasının önüne geçilmesi, takdiri indirim nedenlerinin ancak gerekçeli olarak uygulanabileceği zorunluluğu getirilmelidir.
-Devlet görevlilerinin kadınlara yönelik her türlü şiddet eylemini açık bir şekilde kınaması, cinsiyet temelli ayrımcı politikaları önlemeyi merkezine alması gereklidir.
-Şiddete uğrayan kadınlar için merkezi ve yerel yönetimlerin konuk evlerini arttırması ve barınma sürelerini uzatması; barınan kadınlara ve çocuklarına ücretsiz danışmanlık, mesleki edinimler kazandırıcı eğitim ve somut imkanlar, psikolojik ve tıbbi destek ve yasal yardım yapmalıdır.
-Kadınların işgücüne katılımı, sağlık ve sosyal-kültürel hakları iyileştirilerek arttırmalıdır.
-Kadına yönelik şiddeti teşvik edici yayınların radyo, TV, gazeteler ve ders kitaplarından kaldırılmalıdır.
-Ve tüm bu tedbir ve düzenlemeler yalnız vatandaşlık bağı ile bağlı olan değil ülkemizde ikamet eden tüm kadınlar için uygulanmalıdır.
Toplumun yarısından fazlasını oluşturan ve buna rağmen dezavantajlı durumda olan kadınların sorunlarının çözülmesi ve Türkiye’nin gelişmiş, eşit yurttaşlık temelli, demokratik bir ülke olabilmesi için yasama, yürütme ve yargı oranlarında daha çok kadının görev alması gerekmektedir.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası, Türkiye’nin dönem başkanlığında imzalanan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi yasa metni olarak kalmayıp hızla hayatın içine yerleştirilmelidir.
Batman Barosu Kadın Hakları Komisyonu üyeleri olarak yıllardır olduğu gibi bundan sonra da hem Türkiye vatandaşı kadınlarımızın hem de Suriye’deki ve diğer ülkelerdeki vahşi savaştan, şiddet ortamından kaçarak kurtulan sığınmacı mağdur kadınlarımızın haklarının tesisinde ve korunmasında görev almaya devam edeceğiz.
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadelede bütün dünyayı, bütün ülkeyi hatta mücadelenin bir ayağı olsak da bütün Batmanı tek başımıza değiştiremeyiz ama Batman Barosu Kadın Hakları Komisyonu olarak adliyeye yansıyan her vakıayı takip edecek gücümüz ve hukuki destek sağlayacak tecrübemiz var. Onun için buradan basın aracıyla tüm Batman’daki kadınlara sesleniyoruz “Şiddete maruz kaldığınızda her türlü hukuki destek için bize başvurabilirsiniz.”
Batman Barosu Kadın Hakları Komisyonu