Baromuzun 13. Olağan Genel Kurulu 26.10.2014 Tarihinde Kültür Merkezi Konferans Salonunda Batman Belediye Eş Başkanları, Sivil Toplum ve Meslek Örgütleri Temsilcileri ve meslektaşlarımızın katılımı ile gerçekleşti.
Meslektaşlarımız Av. Zeki Ekmen, Av. Abdullah Akın, Av. Sabih Ataç, Av. Mehdi Öztüzün Av. Murat Çiçek Av. Hayrettin Suçin, Av. Kemal Üner, Av. Abdulselam Adak ve Stj. Av. Muhterem Siyahtaş mesleki sorunlar ve toplumsal sorunlara söz alarak Genel Kurul’a hitap etti.
Tek Liste ile gidilen seçim sonucunda Av. Ahmet Sevim yeniden başkanlığa seçildi. Yönetim Kurulu Asıl üyeliklerine Av. Tamer Öztoprak, Av. Ferman Yardımcı, Av. Tayyar Ekmen, Av. Cenk Tarhan, Av. Zeynep Yılmaz, Av. Av. Ömer Fırat Ocakhan, Av. Saadet Şahin ve Av. Erkan Şenses seçildi.
Disiplin Kurulu Asil Üyeliklerine Av. V. Mutlu Özevin, Av. Zeynelabidin Tokgöz, Av. Ahmet Çelik, Denetleme Kurulu Üyeliklerine de Av. Emrullah Şahin, Av. Halil Yakut, Av. Derya Onatlı, seçildi.
Üst Kurul Delegeliklerine Av. Zeki Ekmen ve Av. Abdullah Akın seçildi.
Yönetim Kurulu Yedek Üyeliklerine, Av. Mehmet Şah Onur, Av. Hüseyin Akçara, Av. Mehmet Cemal İlge, Av. Faruk Pekince, Av. Şerif Yıldırım, Av. Hikmet Aksoy Av. Sadiye Unutur ve Av. Adil Duman, seçilmişlerdir.
Disiplin Kurulu Yedek Üyeliklerine Av. Adnan Oral, Av. Abdulselam Kavşut, Av. Gül Solak, Denetleme Kurulu Yedek Üyeliklerine Av. Salih Atilla, Av. Yusuf Özperk ve Av. Veysel Bezek seçilmişlerdir.
Üst Kurul Yedek Delegeliklerine ise, Av. Mehmet Masum Erken ve Av. Ayvaz Turgut Seçilmiştir.
BARO BAŞKANIMIZ AHMET SEVİM’İN AÇILIŞ KONUŞMASI
Sayın Belediye Başkanım, Sivil Toplum Örgütlerinin Değerli Temsilcileri, Sevgili meslektaşlarım, değerli konuklar, Batman Barosunun 13. Olağan Genel Kuruluna hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Konuklar, Sevgili Meslektaşlarım,
Son birkaç yıldır yanı başımızda meydana gelen siyasi çatışmalar, etnik, dini, mezhebi ve siyasi farklılık tanımaksızın büyük yıkımlara sebebiyet vermiş, etkisi ve sonuçları itibariyle sınırları aşarak yaşamımızın bir parçası haline gelmiştir. Çok doğal olarak, toprak parçası dışında acıyı, sevinci, dayanışma ve mücadeleyi bölemeyen sınırlar, bugün için anlamsızlaşmış ve mesele siyasi olmaktan çok, insanlık meselesi haline gelmiştir.
İnsanlığa ve medeniyete beşiklik etmiş bu topraklarda etnik, dini, siyasi ve toplumsal farklılıklar hep var olmuş ama aynı zamanda, bütün bu farklılıkların bir arada yaşamaya dair değerleri ve pratikleri de olagelmiştir.
Bu nedenle Kobanede, Şengal’de ya da Karatepe’de, Halep’te saldırı altında olan sadece Kürt, Ezidi, Arap ya da Türkmenler değil, aynı zamanda bu insanlık değerlerdir. Dolayısıyla bugün canı, ırzı, inancı kısacası bütün değerleri saldırı altında olan insanların verdiği mücadele, kim ne derse desin yeryüzünün en meşru mücadelesi, insan olabilme ve insan kalabilme mücadelesidir.
Bu nedenle, hiç kimsenin, hele sorumluluk makamında bulunanların, kendi vatandaşları ile ortak geçmiş ve tarihi bağları dışında akrabalık bağları bulunan mazlum insanların aynı zamanda, bizler adına verdiği bu insanlık mücadelesini aşağılaması ve terörizm olarak nitelemesi asla kabul edilemez.
Ülkemiz ve bölgemizin içinden geçtiği bu çetin süreç, hele ki gözlerimizin önünde yaşanan ağır vahşet tablosu, bu ülkedeki barış çabalarının ne kadar acil ve yaşamsal olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Büyük bedellerle bugüne getirilen barış sürecinin sadece bugünü kurtarma değil aynı zamanda geleceği kurma, sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda tüm bölge barışı için zorunlu olduğu tartışmasızdır.
Çok acı bir şekilde tekrar tekrar tecrübe ettiğimiz üzere, savaş sınırları tanımaz, aşar. Halepçe katliamından sonra yaşanan dehşet nedeniyle bu topraklardaki akrabalarına sığınan insanların hatırası hala canlı iken, şimdi de birkaç yüz km yakınımızda, yaşadıkları kıyametten kaçıp bugün misafirimiz olan kardeşlerimizin, akrabalarımızın trajedisine hep birlikte şahit oluyoruz. Eğer bir yerde zulüm varsa, sınırlar, semboller anlamsızlaşır, insan tüm diğer sıfatlarından arınarak salt bir insan olarak Allah’ın arzının genişliğine sığınır. Bu nedenle hiç kimsenin, hiçbir devletin mazlumlara, zaten kendisinin olan imkânları nedeniyle minnet etme ve başa kakma hakkı yoktur. Ben bu vesile ile kış koşullarının zorluğuna da dikkat çekerek bu kardeşlerimize karşı olan yükümlülüklerimizi yerine getirme konusunda yeniden bir çağrı yapmayı borç biliyorum.
Değerli konuklar sevgili meslektaşlarım,
Bir taraftan Kürt meselesinin çözümü konusundaki çabalar devam ederken, diğer taraftan bütün toplumsal farklılıklarımızla bir arada yaşamanın çaresini bulmalı, ortak yaşam tecrübemizi ve geleneğimizi bugünün dünyasına taşıyabilmeliyiz. Bunun asgari koşulu her şartta asla barış dilinden ve barışçıl tutumumuzdan vazgeçmememizdir. Türkiye’de siyasetin bir türlü normalleşmemesi ve siyaset kurumunun bütün eksikliklerine rağmen, sorunları çözmenin, bir arada yaşam mücadelesinin biricik yolu siyasettir, siyasi mücadeledir. Dolayısıyla siyaset güçlenmeli, siyasi mücadele önündeki engeller kalkmalı ve hiçbir siyasal grup ya da çalışma düşmanlaştırılmamalı, ötekileştirilmemelidir.
Öte taraftan, siyasi otoritenin, Kürtlerin tamamınca hem fikir olduğu konularda bir an önce etkili ve somut adımlar atması gerekmektedir. Günlük ihtiyaçlara binaen, günlük siyasi kaygılarla yapılan düzenlemelerden, temel hak ve hürriyetlerin siyasi pazarlıklara konu edilmesinden vazgeçilmelidir. Başta yeni ve çağın ihtiyaçlarını karşılayacak bir Anayasa olmak üzere, ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kamu hizmetlerin verilmesinde ve alınmasında ana dilin kullanılması gibi temel konularda bir an önce çalışma yapılması gerekmektedir.
Yargının siyaset kurumunu dizayn etme, muhalefeti baskılama aracı olarak kullanıldığı gerçeği karşısında, toplumun hiçbir kesiminde hiçbir meşruiyeti kalmamış DGM, Özel Yetkili Mahkemeler ve olağanüstü yargılama usulleri ile tesis edilmiş tüm mahkûmiyetleri ortadan kaldıracak bir yasal düzenleme yapılmalı ya da yeniden yargılama yoluna gidilmelidir.
Ancak bu konudaki beklenti ve ihtiyaca rağmen, Türkiye’de, ilk fırsatta klasik devletçi reflekslere geri dönme hastalığı maalesef hep nüksetmektedir. Her zor dönemde özgürlüklerden hemen vazgeçilmekte, büyük bedellerle alınan haklar kısıtlanmaktadır. Kolluk kuvvetleri işin gereği olarak güvenliğe odaklanmış ve maalesef bu konuda yetkisini sıklıkla aşması konusundaki kötü pratiğine ve yargıdan bağışık tutulmasına rağmen, güvenliğin ön plana çıkarılması ve yetkilerinin genişletilmesi ileride ciddi sorunlara sebebiyet verecektir.
Şu anda ülkenin çeşitli yerlerinde çoğunlukla da dava nakli nedeniyle suç yeri dışında başkaca şehirlerde devam eden ve kolluk kuvvetlerinin sanık olarak yargılandığı çok sayıda dava bulmaktadır. Sivil Toplum Örgütlerince Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununda düzenleme yapılması yönünde kampanyalar yapılmaktadır. Henüz Roboski katliamının failleri yargı önüne çıkarılmamıştır. Tüm bunlara rağmen güvenlik eksenli düzenlemeler kolluğun hukuksuz uygulamalarını meşrulaştırıcı ve kolaylaştırıcı bir zemin hazırlayacaktır. Halbuki toplumun beklentisi siyasi otoritenin tam aksine toplumsal olaylarda, kolluğun yetkisini ve sınırını aştığı durumlarda kişisel hakların kullanımından ve özgürlüklerden yana hassasiyet geliştirmesi ve bu özgürlükçü yasal düzenlemeler yapması yönündedir.
Bu anlamda kamuoyunda “Güvenlik Paketi” olarak nitelenen düzenleme ile kolluğun üst ve ev araması koşulları hiçbir somut gerekçe olmadan subjektif ve keyfi ölçülere bırakılmıştır. Yine Avukatların soruşturma dosyalarına erişiminin kısıtlanması, hak arama hürriyetinin, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Sadece bu iki örnek üzerinden bile değerlendirildiğinde, güvenlik kuvvetlerinin yetkisinin arttırıldığı ve savunma makamı üzerinden özgürlüklerin kısıtlandığı apaçıktır.
Özellikle toplumsal olaylar neticesinde, kolluk kuvvetlerince yapılan gözaltı, ifade alma işlemlerinde açıkça hukuka aykırılıkların yaşandığı ve sadece kolluğun soyut suç nitelemesi ve tutanakları ile mahkûmiyetlerin tesis edildiği bir yargı pratiğinde bu düzenlemenin adalet duygusunu ciddi şekilde zedeleyeceği açıktır.
Sayın konuklar,
Bu dönem boyunca, toplumsal sorunların çözümünde Batman Barosu olarak, yapıcı bir tutum içinde olmaya çalıştık. Bir sorunu çözmeye gücümüz yetmediyse, sorunu derinleştirmemeye özen gösterdik. Yapamadıysak, yıkmadık. Hep barış illa barış dedik. Bundan sonra da yapıcı ve barışçıl tutumumuzdan asla ödün vermeyeceğiz. Hukukun siyaseti çerçevesinde, eleştirdik, önereceğiz ve üreteceğiz.
Bütün bu mücadelemizde birlikte çalıştığımız, yaptığımız etkinliklerde bizleri yalnız bırakmayan, Batman Sivil Toplum Kuruluşları temsilcilerine hepinizin huzurunda teşekkür ediyorum. Yeni dönemde adalet ve özgürlük mücadelesinde daha güçlü bir dayanışma ve çalışma dileğiyle Genel Kurulumuza iştirak ettiğiniz için tekrar teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.