Sayı : RDYD.2015/1468 21.08.2015
ADALET BAKANLIĞI
Kanunlar Genel Müdürlüğü’ne
İlgi: 10.07.2015 Tarih ve 84053534/2012-275.01-05-E.1058/4403 sayılı yazınız.
İlgi sayılı yazıyla Baromuzdan talep ettiğiniz “Ceza Muhakemesinde İş Yükünün Azaltılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” taslağına ilişkin görüşler ekte sunulmuştur.
Gereği bilgilerinize saygıyla sunulur.
Av.Ahmet Sevim
Batman Barosu Başkanı
“Ceza Muhakemesinde İş Yükünün Azaltılması Amacıyla
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”
Hakkında Batman Barosu’nun Görüşleri
1- Tasarının 1 ve 2. maddesi ile harçtan müstesna işlemlere “Ceza yargılamasında resen kanun yolu incelemesine tabi hükümler ile Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının istemi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi veya vekil tarafından yapılan kanun yolu başvuruları” dahil edilmek istenilmektedir. Ancak ceza yargılamasında re’sen kanun yolu incelemesine tabi olmayan hükümler ile sanık tarafından tayin edilen müdafiin yapacağı temyiz başvurularına temyiz harcı getirilmesi Anayasanın 36. Maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetine aykırıdır. Tasarının 25. maddesi ile 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 324. maddesine harçla ilgili adli yardım düzenlemesi getirilmişse de bu düzenleme yeterli değildir. Zira anılan düzenleme yurttaşlara harcı ödeyecek gücü bulunmadığını ispat yükümlülüğü getirmektedir.
a. Ceza yargılamalarının şahsi hak davası olmayıp kamu davaları olması ve kişilerin rızasıyla yargılanmadığı hususları gözönünde bulundurulduğunda temyiz ve itiraz harcı düzenlemesine karşı olduğumuzu belirtmek gerekir. Öte yandan Tasarı’nın bu halde geçmesi büyük mağduriyetlere yol açacağından Tasarı’nın 25. maddesi ile 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 324. maddesinin harçla ilgili adli yardım düzenlemesine “talebin reddi halinde harç suçüstü ödeneğinden ödenerek yargılama giderlerine eklenir” hükmünün konulması daha isabetli olacaktır.
2- Tasarının 3. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 57. maddesinin ikinci fıkrasına “ Ancak, tedavi ve koruma amacıyla kurumda geçirilecek süre; ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda üç yıldan, on yıl ve daha uzun süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda ise bir yıldan az olamaz.” cümlesi eklenmek istenmektedir. Ancak fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişinin yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında geçirmesi gereken sürenin alt sınırının uzman görüşü alınmaksızın sadece kanunun amir hükmüyle düzenlenmesi, uygulanan tedbirin yasada öngörülen amacına aykırılık teşkil edecektir. Kişi akıl hastasıyken işlediği fiilden dolayı Türk Ceza Kanunun 32. maddesine göre cezalandırılamamaktayken, yapılmak istenen düzenlemeyle kişi ceza mahiyetinde bir tedbir ile her halde 3 yıl veya 1 yıl süreyle hürriyetinden yoksun bırakılacaktır. Diğer taraftan yapılması istenen değişiklik aynı maddenin diğer fıkraları arasında da çelişkiye yol açmaktadır. Çünkü 3. fıkrada “ sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyor ise bunun süre ve aralıkları belirtilir” denmek suretiyle kişiye uygulanacak tedbirlerin uzman görüşleriyle belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Yasanın mevcut halinin diğer fıkraları da kişiye uygulanacak tedbirlerin uzman görüşlerine dayanılarak uygulanmasına imkan vermektedir. Haliyle uzman görüşü alınmaksızın kişiyi yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında tutmanın yasaya aykırı olacağı düşüncesindeyiz.
3- Tasarının 4. maddesi ile Türk Ceza Kanununun 75 inci maddesinin birinci ve dördüncü fıkrasında yer alan "üç ayı" ibaresi "iki yılı" şeklinde değiştirilmek istenmektedir. Önödeme kurumunun uygulanma alanını hayli arttıracak olan bu değişiklikle şüpheliler artık iki yıla kadar hapis cezası öngören suçlarda bu cezaya karşılık gelen Adlî para cezası maktu ise bu miktarı, değilse aşağı sınırını, b) Hapis cezasının aşağı sınırının karşılığı olarak her gün için yirmi Türk Lirası üzerinden bulunacak miktarı, Hapis cezası ile birlikte adlî para cezası da öngörülmüş ise, hapis cezası için bu fıkranın (b) bendine göre belirlenecek miktar ile adlî para cezasının aşağı sınırını Soruşturma giderleri ile birlikte, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde haklarında kamu davası açılmayacaktır.
a. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160/1 maddesine göre “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar”. Yani ceza muhakemesi sistemimizde “bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hal” soruşturmaya başlamak için yeterlidir. Yine aynı Kanun’un 170. maddesine göre “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler”. Yine aynı Kanun’un 223/5 maddesine göre “Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir”.
b. Yukarıda yer verdiğimiz ceza muhakemesi hükümleri uyarınca henüz bir suçun işlendiği izlenimi veren halin konusu olan şüphelinin ileride şüphenin kesin olarak yenilmesiyle son bulacak mahkumiyet halinde bile aynı cezaya tabi kılınacağı düşünüldüğünde yapılmak istenene değişikliğin pratikte bir faydası olmayacaktır. Bunun yerine tasarıda düşünülen önödeme miktarında yarıya yakın bir indirime gidilmesi halinde kurumun daha uygulanabilir bir noktaya taşınacağı görüşündeyiz.
4- Tasarının 11. Maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 19 uncu maddesinin başlığı "Davanın ve duruşmanın nakli" şeklinde değiştirilmek ve maddeye "Mahkeme, fiili sebepler veya güvenlik gerekçesiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde yapılmasına karar verebilir." fıkrası eklenmek istenmektedir. Öncelikle davaların nakli kurumunun ülkemizdeki pratiğine bakıldığında çoğunlukla kamu görevlilerinin sanık olarak yargılandığı davalarda uygulandığı görülmektedir. Mağdurların adalete erişimini engelleyen ve doğal yargıç ilkesine aykırı olan bu uygulamanın kaldırılması gereklidir. Bu nedenle öncelikle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 19. Maddesinin yürürlükten kaldırılması gereklidir. Başka bir alternatif olarak da davaların naklinde Mahkeme, Cumhuriyet Savcısı, Katılan ve Sanık tarafının ortak rızasının alınması suretiyle davaların nakline izin veren bir sisteme geçilmelidir.
a- Tasarıyla getirilmek istenen hükmün gerekçesinde “Maddeye eklenen yeni bir fıkrayla, duruşmanın nakli müessesesi ihdas edilerek, mahkemenin fiili sebepler veya güvenlik gerekçesiyle duruşmayı il sınırları içinde başka bir yerde yapabilmesine imkan sağlanmaktadır..” denilmektedir ancak bu konuda yerin tarifi yapılmadığından bu husus geniş bir yoruma açıklık bırakmaktadır. Şöyle ki, bu madde geçerse Mahkeme şehirdeki bir toplumsal olayı gerekçe göstererek duruşmanın güvenlikli olması nedeniyle askeri kışlalarda dahi yapılmasına karar verebilecektir. Bu nedenle anılan değişikliğe karşıyız. Zaten uygulamada Mahkemelerin fiziki imkansızlık nedeniyle duruşmaları başka yerde yapmasının önünde fiilen bir engel bulunmamaktadır. Anılan değişiklikle duruşmaların askeri kışlalar ve emniyet müdürlüklerinin konferans salonunda dahi yapılmasının önü açılmaktadır. Duruşmaların adliyeler dışında bir yerde yapılması Hukuk Devleti İlkesi ve yargı bağımsızlığına aykırıdır. Yıldız Yargılamaları’nda Mithat Paşa ve arkadaşlarının Yıldız Sarayı’nın bahçesindeki bir çadırda yargılanmalarının 134 yıl sonra bile “Çadır Mahkemesi” olarak nitelendirildiği düşünüldüğünde yapılmak istenen değişikliğin ne derece isabetsiz olduğu ortaya çıkmaktadır.
5- Tasarının 14. maddesi ile 5217 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesine "l) Soruşturma ve kovuşturma aşamaları makul süre içinde sonuçlandırılmayan," bendi eklenmek istenmektedir. Değişiklikle makul sürede yargılanma hakkı ihlali oluşturacak hallerin tazminat istemine konu olması amaçlanmaktadır. Ancak gerek Anayasa Mahkemesi ve gerekse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında makul sürede yargılanma hakkı soruşturma ve kovuşturma diye ayrılmamakta kişinin suç şüphesi altında bulunduğu andan ihlal iddiasında bulunduğu yargılamanın herhangi bir aşamasındaki ana kadar hesaba katılmaktadır. Yani yargı kararlarında suç soruşturmasının süresi açısından bir içtihat birliği bulunmamaktadır. Bu nedenle de soruşturma süresine yasada bir standart getirilmeden konulacak bu hüküm etkili olmaktan uzak olacaktır.
6- Tasarının 15. maddesi ile 5217 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 142. maddesine bir fıkra eklenerek suç soruşturması ve kovuşturması nedeniyle açılacak tazminat davaları nedeniyle dairece hükmedilecek vekalet ücreti üçyüz liradan az olmamak üzere tazminat miktarından fazla olamaz denilmektedir. Mevcut Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14/3 maddesine göre “CMK 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sıra numarasındaki ücretten az olamaz” hükmünü ihtiva etmektedir. Bu ücret de aynı tarifeye göre 3.000 TL’dir. Getirilmek istenen düzenleme ile 3.000 TL ücretin 300 TL’ye düşürülmesi istenilmektedir. Bu durumu kabul etmek mümkün değildir. Bu durumda 1 günlük gözaltı süresinin sonunda hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen bir yurttaşın tazminat davası açmasının koşulları ortadan kalkmaktadır. Bu nedenle yurttaşların hak arama hürriyetinin korunması amacıyla mevcut düzenlemenin aynen muhafaza edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
7- Tasarının 20. maddesiyle 5217 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi başlığıyla beraber yeniden düzenlenerek ceza muhakemesi sistemimize iddianame pazarlığı getirilmek istenilmektedir. Üst sınırı beş yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı tarafından bu usulün işletilebileceği belirtilmekte ise de bu usulün mağdur hakları açısından sıkıntı yaratabileceği kanaatindeyiz. Önödeme, kovuşturmanın ertelenmesi gibi kurumlarda 2 yıl olan üst sınırın bu kurumda 5 yıl olarak düşünülmesi birçok suç türünün bu kurumun uygulama alanına girmesi sonucunu doğuracaktır. Bu durum ise kamu barışının tesisi ve mağdur hakları açısından sıkıntılı sonuçlara yol açmakla birlikte toplumda ihkak-ı hak tartışmalarını beraberinde getirecektir. Bu nedenle bu kurumun uygulanmasının mağdurunun sadece kamu hukuku olduğu durumlarla sınırlı tutulması gerektiği kanaatindeyiz.